25 Kasım 2018 Pazar

Mardin'de Yürümek

Tam olarak ne zamandı hatırlamıyorum. Özge indirimli uçak bileti bulduğunu söyledi. Mardin'e. Tarih çok uzaktı. Uzak tarihler için plan yapmak pek hoşuma gitmediği için duraksadığımı hatırlıyorum sonra da böyle zamanlar için verdiğim cevabı "Sen bilirsin."

Doğu bana hep bir derinlik hissi vermiştir. Sanki insanlık ile ilgili her şey ve her şeyin cevabı basitçe bu topraklarda yatıyormuş gibi. Doğu deyince akla ilk gelen şeyden tutun da akla hiç gelmeyen şeyler buradadır. Mardin bütün bunların orta yerde durduğu bir şehir. 

İstanbul Esenler... Gecenin bir vakti. Tek seçenek taksi. E5 kapalı dedi. Ben uyku sersemi. Özge bir şeyler söyledi. Beni taksicinin yanından çekti. Fazla para istiyor otogarın dışına gidelim dedi. Dedim eyi. Biz yolu almış giderken başka bir taksici geldi. Siz kaça gitmek istiyorsunuz dedi. Biz de söyledik daha önceden öğrendiğimiz ücreti. Diyarbakırlıymış taksici. Mardin'e gittiğimiz için bize teşekkür etti... 

Sabah erken saatte Mardin'e indik. Daha önceden irtibat kurduğumuz kiralık araç sahibi arkadaş gelip bizi hava alanından aldı. Mardin'de gerekli işlemleri yaptıktan sonra arabayı aldık ve Mor Gabriel Manastırı'na doğru gaza bastık. Önce en uzak noktaya gidip dönüşü gezerek yapacaktık.

























 

Yolculuk boyunca etrafa baktım. Özge yan tarafta uyurken geçtiğimiz yerleri acaba haberlerde duymuş muyumdur diye düşünüyordum. Mardin kırsalında diye başlayan haberler. Bir şeyin korkusu ile onu yaşamak arasındaki farkı düşündüm. Siirt'te çalıştığım zamanlarda daha önceden olan olayları anlattıklarında nasıl aynı yerde olduğuma inanamıyorsam şimdi de öyle hissediyordum. Sanki hiç bir tehlike yoktu ama anlatılan ve yaşanılan her şey de buralarda olmuştu işte. Bütün bunlar Özge yanımda olduğu için daha yoğun bir hal alıyordu. Karmaşıktı. Yol bildiğin yol. Toprak bildiğin toprak. Birileri çıkıp başka şeyler yapıyorlar ve her şey değişiyor. 

Manastıra vardığımızda bir grup turistle aynı anda giriş yaptığımızı fark ettik. Kalabalık bir gruptu biz de onların rehberlerini dinleyebiliriz diye düşünmüştük. Gerçekten de öyle oldu ancak dinlediğimiz turun rehberi değil manastırın rehberiymiş. Farklı bir anlatım tarzı ve aksanı olan rehberi dinlemek güzeldi. Bilmediğimiz bir sürü şey öğrendik. Aslında şunu diyebilirim, ben hiç bir şey bilmiyordum. 

Süryaniler, manastır, oradaki insanlar... Bu konularla ilgili öğrendiklerimi yazmama gerek yok isteyen kolayca benim yazacaklarımdan çok daha fazlasını öğrenebilir. Benim gördüğüm şey ise Doğu'nun gizemlerinin ve derinliğinin sanılandan çok daha fazla olduğuydu.

Manastırdan Midyat'a doğru tekrar yola çıktık. Gelirken gördüğümüz bir müze tabelası vardı. Dedik ki neden bakmıyoruz. Önce internetten biraz araştırdık ama bulamadık. Geriye sadece girip bakmak kaldı. Tabelanın olduğu köy yoluna girdik.


Yola girer girmez gördüğümüz ilk aracı durdurduk. Kamyonet, içinde iki kişi var. Müze dedik. Biz o köyü bilmiyoruz başka yerden geliyoruz dediler. Ama yolda iki kişi var öğretmenle hemşire herhalde, onlara sorun dediler. Teşekkür edip devam ettik gerçekten de yolda iki kişi yürüyordu. Yanlarına vardığımızda durduk. Kadın, köyde yürüyüş yapmak için iddialı bir kıyafet giymişti. Yani instagramda spor yaparken çekilen ve popüler olan paylaşımlardaki görünümden bir eksiği yoktu. Yanındaki adamda sarışın renkli gözlü ve benzer kıyafetlerleydi. Ben bu duruma şaşırmış olsam da önyargım için kendimi suçlar vaziyette müzeyi sordum. Bana "kırmançi" gibi bir şeyler söylediler. Ben de kırmançi zane? diye cevap verdim. Sonra no! no! dediler. Kendi aralarında ingilizce konuştular. Özge de ben de tutulduk kaldık. Sadece şaşırıyor bir türlü ne konuşacağımızı çözemiyorduk. Yani Türkçe konuştuk Kürtçe'den bahsettiler sonra İngilizce konuştular. Sonra dedik bari İngilizce parçalayalım ama neden yani? Bu insanlar kim ki biz Mardin kırsalında İngilizce konuşuyoruz... Meğer yurt dışından gelmişler, Süryani'lermiş ve yürüyüş yapıyorlarmış. Müzeyi bilmiyorlarmış ama köyde bize yardımcı olabileceklerini söylediler. Sonunda durumu anlamıştık ama şaşkınlığımız ve kafamızdaki sorular bitmemişti. Yine de vedalaştık ve köye doğru devam ettik. Köyün dışarıdan görünümü etkileyiciydi. Taştan yapılmış evler bizi kendilerine doğru çekti.














Köye girip arabayı bıraktık. Okulu, camiyi ve kiliseyi gördük. Geri kalan binalar ev gibiydi. Yıkık evler de vardı Müzeyi göremedik. Biraz ileride yükünü devirmiş atıyla uğraşan bir adama rastladık. Kolay gelsin falan derken başka bir adam daha geldi. Derdimizi anlattık. Müzeyi sorduk. Yanındaki köpekler bizi koklarken adam korkmayın falan diyordu. Yani korkmayalım da durumumuz da korkmaya çok elverişli aslında. Sadece köpekler bile Özge için yeterince korkutucuydu. Adam telefonla birilerini aradı, tabi farklı  bir dil konuştu . Biz Kürtçe mi Arapça mı anlamadık. Sonra kayıtsız adamı takip ettik. Acelemiz vardı. Daha gidecek çok yer vardı. Ama adam sakin sakin yürüyor, bekleyin diyordu. Bekledik. Etrafa bakındık. Sonra adam dedi müzenin sahibi burada yok, anahtarı birine bırakmış o getirecek. Biz bekliyoruz. Adam gitti birisine el kol hareketleri yaptı sebebini anlayamadık. Bir süre sonra ağır ağır geldi tamam dedi kadın anahtarı getirecek şimdi. Kulakları duymuyor da böyle anlatıyoruz. Biz yine bekledik. Sonra kadın geldi. Duymadığı için konuşması da yoktu. Adam dedi siz kadını takip edin birazdan bir arkadaş gelip size müzeyi gezdirecek. Edebiyat hocası. Adama teşekkür edip kadını takip etmeye başladık. Kadın bizi kullanılmayan evlerin arasından bir yerlere doğru götürdü. Yıkık bir evin içindeki merdivenden terasına çıktık. Kadın arada bir gülümseyerek bize bazı el hareketleri yapıyordu. Sonra kapısından müze yazan bir eve geldik.


















Müzeye girdikten bir süre sonra bize rehberlik edecek olan öğretmen arkadaş da geldi. Müzenin asıl sahibi o gün orada yokmuş. Bize rehberlik eden arkadaş müzedeki eşyalarla ve sorduğumuz sorularla ilgili bilgiler verdi. Daha önce oralarda olan dini olaylardan ve ayaklanmalardan bahsetti. Köy Süryanilerin de yaşadığı bir köymüş. Ama şimdi çoğunluk yurt dışındaymış. Karşı yakadaki zeytin ağaçlarını sordum. Dikildi ama tutmadı dedi. Bazı eski devlet binaları vardı. Artık kullanılmıyormuş. Teşekkür edip vedalaştık. Yolda verdiğimiz küçük bir karar bize unutamayacağımız şeyler yaşattı. Sonradan öğrendik Hükümet Kadın filmi bu köyde çekilmiş. Tekrar Midyat'a doğru yola koyulduk.

Midyat

  

Midyat'a vardığımızda işaretlediğimiz ilk noktayı bulmak için durduk. O sırada bisikletli bir çocukla karşılaştık. Özge bu olayı biliyormuş zaten. Midyat'ta rehberlik işini çocuklar yapıyormuş. Bizim karşılaştığımız çocuk gitmek istediğiniz yere ben sizi götürebilirim dedi. Biz bunun karşılığında herhangi bir şey veremeyeceğimizi söyledik. Olsun dedi. Önce Midyat ile ilgili genel bilgilerden oluşan ve tekerlemeye benzeyen bir sunum yaptı.  Ben de videosunu çektim. Dedim ben gezdiğim yerlerin videosunu internete koyuyorum seninkini de koyabilir miyim? Olmaz dedi. Evdekiler çok sıcak bakmıyormuş. Zaten Midyat'ın çocukları diye ara çıkıyor bir sürü var dedi. Sonra bisikletiyle yola koyuldu biz de onun arkasından Midyat'ın dar sokaklarına daldık. Araba için kısa bisiklet için uzun bir mesafe gittik. Önümüzde küçücük bisikletiyle bizim için çabalayan çocuğun görüntüsü ve Midyat'ın dar sokakları. Çocukların para için yaptıkları şeylere çok dikkat edilmesi gerektiğini düşünsem de çocuğun tavrı ve bizim için verdiği uğraş onu karşılıksız bırakmamam gerektiğini hissettirdi. Bizi gezilecek yerlerin başladığı yere getirdiğinde teşekkür ettik ve utanarak bir şeyler verdik.

Şehre daldığımızda fark ettik ki zaten her yerde çocuklar sürekli rehberlik için etrafımızda dönüyor. Hatta bazıları artık rehberlikle bile uğraşmadan direk para istiyor.  Onlar için yapabileceğimiz bir şey yoktu. Bize rehberlik yapan çocuğun, kendi görüntüsünü internete koymamla ilgili verdiği cevabı şimdi daha iyi anlamıştım. 












Telkarinin nasıl yapıldığını gösteren bir atölyeye denk geldik. Süryani şaraplarına baktık. Yemeklerinden yedik. Midyat mağaralarını gezdik ve Ezidiler'i dinledik.



















Mardin'de yetişmemiz gereken iki nokta vardı. Deyrülzefaran Manastırı ve Dara Antik Kenti. İkisine de arabayla gidebileceğimiz için yetişip arabayı da geri vermek istiyorduk. Ertesi gün Yukarı ya da Eski Mardin'i yürüyerek gezecektik. 

Deyrülzeferan




 








Dara Antik Kenti

Vaktimiz daralmış olmasına rağmen daha yolumuz vardı. Belki de hiç giremeyecektik. Yine de gittik. Sonra bir şeyler oldu. Çok da alışık olmadığımız şeyler ve ilk defa karanlıkta bir antik kenti gezmiş olduk. 










Mardin'e doğru yola koyulduk. Artık yemek ve gece yürüyüşü zamanıydı. Yemek istediğimiz şeyleri zaten daha önceden belirlemiştik. Saat biraz geç olduğu için kebap yemeyi seçtik. Mardin tabağı ertesi güne kaldı.










Unutmadan şunu da söyleyeyim. Eski Mardin'e navigasyonla falan gitmeyin. Tabi atınız ya da eşeğiniz yoksa. Eski Mardin'e arabanızla vardıktan sonra da arabayı bulduğunuz bir yere bırakıp nereye gidecekseniz yürüyerek gidin. Bizim girdiğimiz streslere girmeyin.

Şehrin turistikliği ve kalabalık beklediğimden daha yoğundu. Küçük bir alanda inanılmaz bir hareket vardı. Fakat biz yorulmuştuk ve otele geçmemiz gerekiyordu. Ben de arabayı sabah uğraşmaktansa akşamdan vermeyi planlamıştım. Arabayı otelin olduğu yerin tam tersi tarafta yaklaşık 1,5 km uzağa bırakmıştık. Arabayı vereceğim arkadaşı aradım, yarım saat istedi. Anca denk gelir diye düşündük ve arabaya gittik. Şehrin içinden geçen araba yolu tek yöndü ve başka yol yoktu. Ben de Özge'yi otele bırakırım arabayı da oralarda bir yere park edip arkadaşı beklerim diye düşünmüştüm. Ama öyle olmadı. Özge'yi bıraktım tek yön yolda devam etmek zorunda kaldım. Tekrar şehrin en başına gittim, bu 15 dk falan sürdü. Fakat yine arabayı bırakamadım ve tekrar aynı şey oldu. Sonra arkadaşı arayıp onun olduğu yere gitmeye karar verdim. Onları Eski Mardin'de bekleme şansım yoktu. Ben onları aldım onlar da beni bıraktı. İyi ki de böyle olmuş. Beni bırakırlarken yarın gezeceğimiz rota ve bilmediğimiz bir kaç nokta ile ilgili bilgi aldım. Tavsiyeleri çok faydalı oldu.



















Şehri nereden nereye doğru gezeceğiniz ve bu sırada neler yapacağınız önemli. Sıralamayı doğru yapmazsanız bir şeyleri kaçırabilir ya da aynı yerlerde dolanıp durabilirsiniz.  Biz de aldığımız tavsiyeler ve Özge'nin daha önceden yaptığı araştırmalar sonucu vaktimizi en verimli şekilde kullandık. 

























 












Kısa bir sürede gelişen telefonlar, gezmenin doğasını da değiştirmiş gibi. 4-5 yıl öncesine kadar gezdiğimiz yerlerde çok nadiren fotoğraf çeken insanlar oluyordu. Şimdiyse fotoğraf çekmek gezmenin asıl amacıymış gibi bir hal aldı. Bence sakıncası yok. İnsanlar nerede ne yapmak istiyorlarsa onu yapsınlar. Ancak ikisi de çok derin ve birbiriyle ilişkili olan alanın yani fotoğraf ve gezinin sığlaştığını görmek üzücü. Tabi her ne kadar üzülsem de ben de aynı kafilenin bir parçasıyım. Halen daha baktığım şeyin fotoğrafını çekmekten önce onun ne olduğunu merak etmek ağır bassa da.


























Mardin tabağı da böyle bir şey.



Yemeğimizi yedikten sonra ki ben gerçek yoğurttan yapılmış ayranı çok severim, uçağa bineceğimiz Kızıltepe'ye doğru yola çıktık. Minibüste giderken hissettiğim şey Mardin'de geçen bu kısa zamanın, günlere hatta aylara bedel olduğuydu. Bir arada yaşayan ama birbirinden çok farklı insanlar. Bir çok kültür ve anlayışın birbirine geçtiği dar sokaklar. Ve böyle bir zenginliğe sahip olduğu halde bunu anlamaktansa önce fotoğrafını çekmeye çalışan her kesimden; anlamaktansa, basitçe birbirini ötekileştiren ve sürekli kavga eden bir sürü insan. Umarım ben yanılıyorumdur ve insanlar farklarına rağmen birlikte yaşayabilmek konusunda ilerliyor, yalnızca fotoğraf çekmiyorlardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder