19 Mart 2022 Cumartesi

Her Yazının Bir Zamanı Vardır

   "Her yazının bir zamanı vardır."   Böyle şeyler var hayatta. Sırf onu söylediniz diye gerçekmiş gibi olan. "Bu yazıyı şimdi yazıyorum çünkü artık zamanı geldi." Yalan! Filmlerde olur böyle şeyler. Yönetmenin umurunda olmayan bir detay seyircide anlam bulur. Sonra yönetmen de sahiplenir o detayı, film onun üzerine kurulur gider. 

   Herkes de şey diyor "Garip bir zamandan geçiyoruz." Sanki diğer tüm zamanları yaşamışlar ve belli bir standart varmış gibi. Komik! Olup bitenler bizim gereksiz farkındalığımız yüzünden zaten hep garipti. "Vay be Dünya yuvarlakmış, bu günleri de gördük. Zamanında adam astılar bu iş için ama demek ki zamanı değilmiş." Şimdi de öyle değil mi? Sanki herkes az önce 2. Dünya savaşından çıkmış gibi kendinden emin yorumlarda. Neyse!

   Geçen Yıldırım abi sordu nereden aklına geldi kitap yazmak diye(gerçi ben o sürece kitap yazmak demiyorum ama) kendi kendine konuşan birisi zaten yazmalıdır diye cevapladım. Kendi kendime konuştuğum şeyleri yazıyorum, başka bir şey yapabilsem onu da yapardım ama yazı her ne kadar resimden çok sonra bulunsa da bana daha kolay geliyor. Resim zor. Ama hep 5.

   Garip bir yere geldi konu. Resim yapmak daha eski bir teknoloji olmasına rağmen niye daha zor. Şimdi sakın bana "ama çok değişti" falan demeyin 40.000 yıl önce bulunan mağara resimlerini yığarım buraya. Bizonsa bizon. Filmi var: https://www.imdb.com/title/tt3014910/
Tamam yazmak daha zor, daha sembolik, daha soyut.

   Neyse arkeoloji ile olan ilişkimiz sit alanına prefabrik ev yapma düzeyinde olduğu için çok da bu sığlıkta kalmayacağım. Gerçi yapılmalı mı bence yapılmalı. Çıkarıp da anlaşılmasını beklemek daha büyük macera. Ama Truva müzesi güzel olmuş. Gerçekten ilgi duyanlar varsa siz beni boş verin gidin. Müzenin kendi de bir eser: https://tr.wikipedia.org/wiki/Troya_M%C3%BCzesi Filmden sonra o eski at da unutuldu sanki eskiden bayağı ziyaret ediliyordu. Bunların hepsi savaştan. Ya Hektor'un intikamı?

   İşte her şeyin bir zamanı var ya hesapta, o zaman yapılması gerekiyormuş hissi veren. Öyle bir şey olmadığını bu sene anladım. Onu biz uyduruyoruz. Hatta siz yoksunuz direk ben uyduruyorum. Sizi de ben uydurmuş olabilirim. Evet şuan uyduruyorum, yazıyı okuduğunuzda var olacaksınız. Okumazsanız en azından bu yazı özelinde varlığınız tartışılır. Yavaş yavaş saçmaladığımı düşünmeye başladın. Artık bire bir konuşuyorum çünkü. Ama öyle değil. Açıklayayım:

   Bir süredir Boksla ilgileniyorum. Eskiden önyargılarım vardı. Şiddet falan filan. Üstelik bunu uzun süre futbol oynamışken düşünüyordum. Futbol'da şiddete hayır diye kampanya var ya! Sporda herhangi bir nesneye vurulmasına karşı değilim ama kafanla vuruyorsan bir düşünmek lazım bence.Bununla ilgili de güzel bir film vardı. Ama o daha başka bir futbol:

   İmaj hiç bir şey, susuzluk her şey! sloganıyla çıkan reklamı hatırlıyorum. İşte tam olarak o, gazosu su diye satarlar. Sonra obez olmuşuk. 

   Yok yazı toparlanacak gibi değil, travmalardayım. Depresifim. Emin hoca dedi ki "hayal kırıklığına uğruyorum" dedim nihilist ol kurtul. Hayal kurmayı bıraktım. Yaşadıklarımı hayal etmişim gibi davranıyorum. Daha garanti. Çoğu zaman düşünüyorum en kötü hangi şartlarda hayatta kalabilirim diye. Sokakta yaşayabilir miyim mesela. Alt sınırım ne? Çeşitli zorluklar gördüm ama çoğu sabah zor kalkıyorum. Bazı günler kafamın yerine gelmesi beni şaşırtıyor. Vay be! Erdoğan abiyi hatırladım şimdi. Minibüs mesafesinde yolu okula yürüyerek gelirdi. Bazen de minibüste denk gelirdik. Ben sabahları konuşamadığım için susardım onunsa enerjisi yerindeydi. Sonra hastlandı ve öldü. Ölenler için daha hafifletici bir kelime var "vefat etti" kelimeler yaşanılanı değiştirebilir mi? "Hak'ka yürüdü." ya da "etkisiz hale getirildi." Ben "öldü" diyorum. Türkçe ve yaşanılana yorum katmayan bir kelime. Zira babam da öldü. Dedem de.

   Bu akşamın beni bu kadar etkileyeceğini tahmin etmezdim. Zaten insan etkileneceğini düşündüğü bir şeyden de etkilenmez bence. Alaattin abiyi gördüm. Ellerin fotoğraftaki anlamlarından bahsederdi. Şimdi ellerime bakıyorum beyaz ve yaşlanmış gibiler. Renkli gözlü ve beyaz olanlara pozitif ayrımcılık yapıldığını söyleyenler var. Garip ve eksik. Boşnaklar da yeterince sarışın ve renkli gözlüydü. The Cranberries'in Zombie dedikleri de öyle. Beyaz Köleler isimli bir kitap var mesela henüz okumadığım: 

Ayrımcılık yapacaksanız çok da sebep aramanıza gerek yok bence, kılıf bulmak kolay.

   Kim kimi nerede neye göre ayırıyor. Şimdi bunun zamanı mı? Evet, hep öyleydi. Benim sanatla olan ilişkim saçma. Belki de yok. O yüzden Vedat'a beni ayrı değerlendir dedim. Değer kelimesi de fazla bence, ayırmak yeterli. Siyah beyaz resimlerdeki grilere bakıyorum ben.Bi tane 50 mm var kendisini Okan'dan aldım, dersini Mustafa'dan, sorsan film var fotoğraf var kitap var ama sanırım ben yokum. Yani ben diyebileceğim şey yok ortada. Namık hoca haklı,buna güvenip iş yapılmaz. Mart'ın sonunda Bandırma'ya yağan kar gibi, inandırıcı değil ama soğuğu ısırıyor. Eski hastanenin yıkıntıları yanında aklıma gelen; çocukken fark edilmek için uydurduğum hastalıklar yüzünden babamla girdiğimiz sıkıcı sıralar gibi. Var olmakla yüzleşmek. Dökülecek sıvalar gibi. 

   Şimdi toparlıyorum. Burası bir gezi blogu ve bu da bir gezi yazısı. Zamanında yazsaydım Özge ile paylaştığımız ve sıralamalarını karıştırsak da unutamayacağımız bir sürü güzel anı fotoğrafı ve videolarla dolu olacaktı. Belki ufak tefek tavsiyelerde bulunurdum işte taksi yerine ubere binin ya da şehir merkezine yakın bir yerde kalın gibi. Nasıl da bilmeden kurtuluş günü kutlamalarına katıldığımızı ve başımıza gelen komik şeyleri anlatırdım. Çocukların yaptığı gösterileri, evet çocuklar! Gerçekten çocuklar vardı. Her ne kadar onlar da büyüyünce benzer şeyleri yapacak olsalar da ya da şimdikler sanki hiç çocuk olmamışlar gibi davransak da çocuklar vardı. Sarı lacivert formalarıyla birbirlerine koşarak bayaklarını oluşturdukları kareografileriyle bizi şaşırtmışlardı. "Ama onlar da öyle yapmasalardı." gibi cümlelerin arasına sıkıştılar.

   Sonra biz bir restauranta girdik. Çok ilginç. Savaş zamanından kalma bir sığınağı düzenlemişler. Kapıda asker kostümlü biri var. Belki de gerçekten askerdi. Ya da şimdi askerdir. Size şifreyi soruyor. Bilirseniz...




Ama bilemiyoruz.





































 

31 Mart 2021 Çarşamba

Neden Aramak- Soma ve Savaştepe Arası

Acaba yazmasam mı? 

Fotoğraflar ve videolar sanki tüm hissettiklerimi anlatıyor bu sefer. 

Yakaladığımız son Cumartesi.

Çok yakınımızda olmasına rağmen haberimiz olmayan tarihi, kültürel ve doğa harikası yerler. 

Neden haberimiz yok? İlgisizlikten mi? 

...

-Kaleye nasıl çıkarız?

-Burdan yukarı doğru çıkın kestirmeden.

-Yok biz köyü de görelim gezmeye geldik.

-Yıkıntı ya bir şey yok.

...

İnsan üzülüyor. Bize kadar birikerek gelen onca yaşantı, kültür, tarih gözümüzün önünde yıkılıp gidiyor. Tam da korunması gereken bir zamanda. 

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında da vardı. "Yeni" olsun derdi. Korumayacaksak, sahip çıkmayacaksak, elimizde olanları unutacaksak "Yeni" ne işe yarar ki?


Bahçesinde yaşlı ağaçların ve hatta ormanların olduğu okullar gördüm, görüyorum. Süs havuzları, el işlemesi tabelaları, kuş sesleri, sincaplar... Ama tek bir şey eksik... 


İlk çalıştığım okullardan biri de böyleydi. Kocaman bahçesinde bir sürü yaşlı ağaç vardı. Çocuklarla kale baskın oynar; toprak, çimen, çakıl zeminlerinde koşar ağaçlara yumardık. Ağaçlara sarılırdık.

Daha geçenlerde öğrendim, bozuk zeminlerde yürüyen insanlarda zihinsel aktivite artışı görülüyormuş. 

Eskiler belki de bize göre daha yeniydi. Neden okul bahçesine süs havuzu yapar ki insan eğer sınav da çıkmayacaksa?

Neyse. Üzülmekle de bir şey değişmiyor zaten.