22 Şubat 2020 Cumartesi

Bulgar'a Gitmek

   


Şubat tatilinde dedik bir yerlere gidebilir miyiz acaba? Kars'a baktık, uçak biletleri Kars'tan daha uzak. Kayseri mi dedik kar kış falan, Erciyes dedik. Yok pahalı. Olmuyor. Dedim yurt dışı olup da çok uzak olmayan bir yer var mı, tur yaparlar mı? Yapıyorlarmış. Kışın ortasında Bulgaristan turu. Fiyatlar yurt içi gezi fiyatlarında. Aldık.

Gezi tarihi yaklaştıkça turu kontrol ediyoruz, boş koltuklar bir türlü dolmuyor. Sonra tur şirketi dedi ki o zaman dolu koltukları boşaltalım. Teşekkür ettik. Dedik bizim vizemiz devam etsin biz kafaya koyduk gitcez. Ya! kış kıyamet gitmeyin boş verin falan... Yok gidicez.

Bulgaristan'a sadece Bulgar denildiğini duymuşluğum var. Bana mı denk geldi yoksa yaygın bir şey mi bilmiyorum ama ben de kullanacağım. Bulgar'a gittik.




İDO ile İstanbul'a gidip tren saatine kadar bir de orada keyif yapıyoruz, Urfa sofrası falan sıkıştırıyoruz araya. Hayaller... Çarşıya inerken diyorum, kışın ortasında bu hafif güney esintisi nasıl ısıtmış havayı çok şanslıyız. Ne kadar da hafif esiyor. Ya çok hafif Bandırma için o kadar hafif ki telefonuma gelen mesaj sesini duyuyorum. Normalde rüzgar sesinden duyulmaz o kadar hafif bir esinti. 

Seferiniz iptal olmuştur. Zaten gitmenize daha 1 saat vardı rahat rahat başka araç bulursunuz canım bize mi güvendiniz? Hava güzel aslında ama kışın bu kadar güzel olamaz bunda bir iş var dedik seferinizi iptal ettik. Zaten sizinki tam olarak bir sefer de değil oraları alalı çok oldu. Sizinki şımarıklık, deniz otobüsü tren falan, oldu öyle yaya yaya gideceksiniz. Binin otobüse gidin! 


SOFYA

Sabahın ilk ışıklarıyla, yolda almadığımız tam tersine feda ettiğimiz uykumuzla, buz gibi havada indik Sofya'ya. Ardahan'a ilk gittiğimde içime çektiğim soğuk kuru hava gibi garip bir şekilde mutlu etti soğuk beni. Acaba ben kuru soğuk hava insanı mıyım diye düşündüm. Sabahın o garip duyguları ve hassasiyeti içimizde başladık şehre doğru haldır haldır yürümeye.












 Belki alırlar diye otele gittik. Tabi ki almadılar, çantanızı bırakın öğlende gelin dediler. Biz de çıktık sokaklara ama daha Sofya açılmamıştı. Yani dükkanlar falan değil tamamen Sofya açılmamıştı. Vitoşa caddesinde bir iki tur attık, kahvaltı yaptık, kahve kafamıza girdi. Change ofisin kapsında kafamıza giren kahve işimize karıştı. Siz dedi şimdi Euro'dan paranızı Leva'ya çevirdiğinizde acaba TL'ye oranla kar mı ediyorsunuz zarar mı? Bak nelerin peşinde küçük hesaplar insanı seni. Hesapladık eveeet! Yok artık. TL ülkemizdekine oranla Leva'ya karşı burada daha değerli. O zaman ver dedik Levacıkları biz de verelim paracıkları. Ayde bakam.

















Hava soğuk. Önce kapalı mekanlardan girebildiklerimize girelim. Biraz daha ısınınca dışarıdaki yerleri gezeriz. Daldık doğa tarihi müzesine. Ayılar mayılar bağırıyor içeride ama bir yandan da gerçekten doğa tarihi. İlk defa bu kadar eski bir müze gördüm. El yazıları duruyor hala sergilenen şeylerin altında. Müzenin kendisi de bir müze gibiydi. Saçma bir cümle oldu sanırım ama anlaşılıyordur.










E çıktık hala ısınmamış. Isınmıcak mı acaba? Çorba içelim o zaman. Ne çorban var? Hepsini aynı suya mı yapıyorsun yok ayrı mı? Dobra!














Sonra hava açtı. Kuru hava. Bulutlar. Tam fotoğraflık. Otele giriş saatimiz de geldi. Şansımıza balkonda Vitoşa.


Sokaklarda gezerken kominist dönemden kalma binaları ve daha eskilerini görebiliyorsunuz ve şehrin çoğu yerinde geçmişte yürüyor gibi hissediyorsunuz. Gitmeden önce her ne kadar baktıysak da çok fazla bir bilgi edinemedik. Ama tanıdığımız göçmenlerin anlattıkları ve Sofya'da gördüklerimiz bizde bir malumat oluşturdu. Yakın tarihi koruyarak etkili bir müze yapmışlar. The Red Flat. Kominizm'den kalma bir apartman dairesini geziyorsunuz ve her şey o günlerdeki gibi. Bu sırada her odada anlatılan detaylar ve hikayeler var. O dönemin yaşantısını ve tarihini öğrenebileceğiniz farklı bir müze olmuş. Tarihi anlatmanın gördüğüm en eğlenceli yollarından biri. Şimdi hemen klasik soruyu soruyorum. Ya biz niye yapmıyoruz?  Şaka bir yana Türkiye'de etkileyici bir kaç müzeye gittik son zamanlarda. Eskişehir, Urfa, Mardin daha gitmediğimiz başka yerler de vardır ve umarım artarlar. Toplumun eğitimi için farklı dizayn edilmiş okullar olarak görüyorum müzeleri.





















Öyle mi böyle mi derken akşam oldu. Yemek, Vitoşa, Market ne ucuz falan derken günü bitirdik. Anlattığımdan daha dolu geçti aslında. Bit pazarı, anlayamadığımız törenler, nöbet değişimleri, gittiğimiz her kilisede ayin, şehrin ortasındaki sıcak suyu anlayamamamız, eski tramvaylar. 













Önümüzde düne göre sanki daha koca bir gün var. Güneş pırıl pırıl. Gittiğimiz her yerde acele etmeden tadını çıkara çıkara gezdik. Bu sefer haldır haldır yok. Şimdi hatırlıyorum da 2 gün gibi geçmiş bir gün.












 Eğer  Sofya'ya giderseniz bilin ki sinagoga giriliyor. O kadar güvenlik önlemi var ki ben girilmiyor sandım. Zile basıyorsun, kilitli kapılar açılıyor, x rayden, güvenlik kontrolü falan geçiliyor ama giriliyor.



İlk defa kullandığımız bir şey de Google Lens. Kiril alfabesini okumakta ve Türkçe'ye çevirmekte çok faydasını gördük. Zira aldığınız sucuk %200 domuz eti olabilir :) Diğer Avrupa ülkelerine göre sanki Bulgar'da daha çok domuz eti kullanılıyor gibi geldi bana.

Sokakta satılan şaraplara da şaşırdık. Boş şişeyle gidip çok düşük fiyatalara boza alır gibi şarap alıyor insanlar. Genelde yaşlılar kalmış pazarda. Ve giderseniz teyzeleri takip edin. Yeni çıkmış hamur işlerinin ucuz adresini biliyorlar. Banitsa ve dızmana.


























Akşamları yorgunluktan çok fazla bir şey yapmadık yemek, yürüyüş, market falan. Pazar yerinin yakınındaki doğu mutfağı bir mekana gittik. Bildiğimiz yemeklere yakın yemekler var. Çok da doğu değil yani. Mekan sahibi daha önce İstanbul'da kalmış Türk turiste yabancı değil. Ama rezervasyonsuz giderseniz yer bulamayabiliyorsunuz. Yine de biz hemen yeyip kalkıcaz diyenlerin oturduğunu da gördük. Çok da anlayamadık. Gelmeyen rezervasyon müşterisinin yerine gelen müşteri daha iyi değil mi?





FİLİBE

Son günümüzü Filibe'de geçirip akşam Bursa'ya doğru yola çıkma planımızı işleyişe koyduk. Haldır haldır otogara yürüdük. Bu arada Sofya'da her yere yürüdük. Toplu taşıma ihtiyacı duymadık. Bandırma'dan sonra düz bir yer bulunca yürümek bizim için çok da zor olmuyor. Otogarı ikiye bölmüşler. Herhalde bizim gittiğimiz kısım daha yakın yerlere kalkan otobüslerin olduğu yerdi. Etrafta sorabileceğiniz çok insan yok eğer Bulgarca bilmiyorsanız. İngilizce çok umursanmıyor. Bir şekilde Plovdiv otobüsünü bulduk. Ticket dedi şoför. Yok dedik. Bekleyin dedi. Herhalde bilet almak zor bir şey gidin alın demedi bekleyin dedi. Ama neyi beklediğimizi de bilmiyoruz. Orada bekleyen daha kuzeyden geldiklerini tahmin ettiğim iki turist daha vardı. Baktım ses çıkarmadan sabırla bekliyorlar. Batının iyi yanı olabilir mi diye düşündüm ve Özge'ye biz de bekleyelim dedim. Tabi bu sırada gelenler biniyor by ticket. Heyecan artıyor. Gidiş saati geldi. Bir sonraki otobüs bir saat sonra. Ama bizim için bir saat normal bir saat gibi değil daha uzun. Sonra şoför hadi binin der gibi bir şeyler söyledi ama anlamadığımı bile bile ısrarla Bulgarca konuşuyor. Kısa da değil bayağı uzun şeyler anlatıyor. Sanırım bunu burada biz de yapıyoruz turistlere. İnsan başına gelince ne kadar saçma olduğunu anlıyor. Bindik ama nereye oturacağımız falan belli değil. Bulduğumuz ilk yere oturduk. Önce ayrı oturduk yer kapar gibi. Sonra baktım arkada iki kişilik yer var oraya geçtik. 















Eski binaların arasından, parkın içinden, Cuma camiine kadar yürüdük. Caminin orası sanki o günlerde olduğu gibi hissini veriyor. Alt tarafında da Türkçe bilenlerin çalıştığı bir kafe var. İlla çay içcem ben çaysız ölürüm Antartikaya'da gitsem çay içicem diyorsanız orada o çay var. Biz gittiğimizde cami kapalıydı daha sonra tekrar dönmek üzere nöbet tepe ve eski evlerin olduğu tepeye doğru devam ettik.






Evlere girip girmemek konusunda kararsızdım. İçlerini gezmek için ücret alıyorlar. Türkiye'de benzer evler gezdiğimizi düşünüyordum. Etnografya müzeleri tarzı yerler bazen hayal kırıklığına sebep olabiliyor yani bizim köyde yaşlı birinin evine gittiğimde göreceğim şeyler için çok da parçalanmama gerek yok diye düşünüyorum. Ama eğer giderseniz  bu evler öyle değil. İyi ki girmişiz. Sadece evin tasarımı ve eşyalarından o dönem orada yaşayan insanların hayatını hayal edebiliyorsunuz. Evin bahçesinden sokağa açılan kapıdan çıktığımızda, İstanbul'a ve Avrupa'ya ticaret için hazırlanan kervanlarımı kontrol ettik mi acaba diye bir durup düşündüm. Sonra hemen geçti.






















































Nöbet Tepe ve Rahat Tepe denilen yerlere doğru tırmanırken görülecek bir çok yer var. Cumbalı yarı ahşap evlerin o dönem coğrafyamızda sıkça kullanılan bir inşaat şekli olduğu ve sanki son zamanlarda yaptığımız gezilerde bunların arasında gezerken o tarihlerde geziyormuşuz gibi hissettirmesi. Balkanlarda ve Anadolu'da. 

En tepeye çıktık. İsimleri bile çok şey anlatıyor aslında. Rahat ve Nöbet tepe. Gezdiğimiz yerlerde bunun gibi Türkçe ve Osmanlı ile ilgili bir çok şey vardı ama her nasılsa yazılanlar bir türlü Osmanlı'ya gelmiyordu. Benim böyle kaygılarım yok ama yazılan bilgilerde de bir şeyleri yazmadan kıyısında geçildiğini anlamak çok zor değil. Gerek yok bence.



























Bir çok tarihi dönemi bir arada gördüğümüz etkileyici bir gezi oldu. Gittiğimiz yerlerle ilgili göçmenler ve yakın oluşu sebebiyle herkesin bir fikri ve bakış açısı var. Biz de çok şey duymuştuk. Ama bizi etkileyen çok şey oldu. Yakın geçmişte bambaşka hayatlar yaşamış insanların arasında gezmek ve her şeyin ne kadar hızlı değiştiğini görmek ve anlamak... Her şey hep aynı gidecekmiş gibi gelirken... Asya'dan göç, Roma, Osmanlı, Kominizm... Bildiklerim ve görebildiklerim 3 günde bunlar. Askerlik yapmış teyzelerin, bayramlarda yürüyüş yapmış dayıların, gururla takılmış rozetlerin, inançların ve inançsızlıkların, binaların, yaşanılanların ve yaşanıyor olanların arasında yaptığımız yürüyüşleri kolay kolay unutacağımızı sanmıyorum.  






2 yorum:

  1. Çok güzel bir anlatım ve çok güzel fotoğraflar...

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler. Umarım siz de gidersiniz :)

    YanıtlaSil