22 Eylül 2015 Salı

Sakız'dayız

   Sakız'dayız. Chios yada Xios da olabilir. Kardeşim Haluk İngiltere'den gelmiş. Ben de Ankara'dan gelmek isterdim tabii... Neyse Bandırma'da buluşmuşuz, Çeşme vapur falan derken işte Sakız'dayız...Dünya için küçük ama bizim için büyük bir ada. Ada deyince aklımıza gelen ilk soru "motor nerede kiralarız?" ın cevabı için vapurdan inip Sakız'ın kıyı şeridini takip ediyoruz.Zaten vapurdan inip şehire doğru yöneldiğinizde kiralamacılar görünüyor. Ada büyük olduğu için araba kiralamayı düşünüyoruz ama kalabalıktan dolayı araba kalmamış hiç bir yerde ve  motor kiralıyoruz. Daha önceden ayarladığımız aparta gidiyoruz. Kimse yok. Resepsiyon yok. Odanın birinden birileri çıkıyor. Bizim için aranması gereken yeri arıyorlar. Onlar da müşteri. Yardımsever müşterilerden. Biraz sonra görevli bir kadın geliyor. İngilizceden sadece OK demeyi öğrenmiş. Her şeyin okey olduğunu söyleyip gidiyor. Bakıyoruz, bize göre de okey olmayan pek bir şey yok. Motorlara atlayıp çıkıyoruz yola. Sakız merkez İzmir'in minyatürü gibi. Kordonu ve denize bakan mekanları var.Hem Türk turistin çok gitmesinden, hem de kültürlerin yıllarca birbiriyle iç içe olmasından dolayı adada tanıdık bir sürü şey var. Zaten hiç yurt dışında gibi hissetmedik...Telefonlar bile çekiyordu :)

    Biz merkezde çok vakit geçirmedik, bu yüzden merkezle alakalı çok fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Vaktimizin çoğunu adayı turlamaya ayırdık.


   Tam yolumuzu bulmuş gidiyoruz derken bozulan motor. Düşünceli dakikalar. Ne kadar uğraşsak da motor çalışmıyor. Bir süre sonra turist olmadığını düşündüğümüz bir adam geliyor. Adam İngilizceyi Amerikalı gibi konuşuyor. Sanki bir kurtarma operasyonundaymış gibi bize direktifler veriyor. Motor kiraladığımız yeri telefonla arayıp biraz fırçalıyor ve hemen gelmelerini söylüyor. Özge'ye gölgeye geçmesi gerektiğini lanet olası bir güneş olduğunu söylüyor. Bize nereye gittiğimizi sorduğunda "Anavatos" diyoruz. "You'll be love in it" diyor. Ya abi sen nerden böyle falan demek geliyor içimden. Biz neredeyiz, bize hangi güçler yardım ediyor? Mc Donald's gibisi yok demişlerdi falan derken adam biraz kendi köyünden bahsediyor. Biz, bizim kafamızla bu adamın anlattığı köyün muhtarı olabileceğini düşünüyoruz. Adada muhtarlık var mı bilmiyoruz tabi de sıyırıyoruz işte. Adam Karies'liymiş köyde çok güzel bi çeşme varmış. Dökün suları oradan doldurun dedi. Yemek de yersiniz oralarda falan dedi. Ben şimdi gidiyorum siz merak etmeyin gelip motorunuzu yapacaklar avukatınız yoksa eyalet yönetimi size bir avukat tutacaktır falan demedi ama dese şaşırmazdım. Ve adam gitti bir süre sonra yerine daha kavruk ve daha motor usatsıvari bi adam geldi. Bu adam İngilizceyi ihtiyacından fazla konuşmuyordu.Kesinlikle israf etmiyordu.Hatta bazen Yunanca da karıştırdığını düşünüyorum. Motoru o da yapamadı. Bizim hatamız olduğunu ifade etti ve kendisinin getirdiği motoru verip gitti. Motoru çalıştırmak için çok fazla start yapmışız ve akü bitmiş. Kiralamak için çok hassas motorlar diye düşündüm ve yola devam ettik.


   Bu yaşananlardan sonra aklıma bir şey geldi. Bilgisayar oyunlarında yada filmlerde olur bazen.Bir şey başardığında bir müzik çalar.Ben de Haluk'a bunu söyledim Bir şey başardığımızda şu müzik çalsa nasıl olurdu diye.Artık ne zaman iyi bir şey olsa, aradığımız bir yeri bulsak, bir şeyi başarsak ağzımızla bu müziği çalacaktık. Çaldık da. Dırın dırın dırıdırıdırıdın... 











Anavatos

     Terk edilmiş bir köy. Bizim Fethiye'deki Kaya köye benziyor. Böyle yerleri gördüğümde iyi ki önce Türkiye'dekini görmüşüm diyorum. Roma'da ki Kollezyum gibi. Türkiye'deki örneklerini gezmiş olduğun da aradaki bağlantıları daha iyi kuruyorsun ve daha anlamlı oluyor. Hem kendini biraz daha olayın farkında hissediyorsun iyice Japonya'dan gelmiş gibi olmuyorsun. Çok anlatamadım ama daha iyi oluyor işte önce kendi ülkemizi iyi gezip nelere sahip olduğumuzu bilmemiz gerek deyip bu ders verici ve bir o kadar düşündürücü satırları sonlandırayım :)




   


Antep Fıstığı ağacı.









Anavatos'un evleri arasında gezerken insanların buradaki yaşantısını düşünüyorum. Neden evler bu kadar dip dibeydi acaba? Sanki birkaç apartmanı olduğu yere yıkıp daireleri oldukları yerlere kondurmuşlar gibi. Sanırım coğrafi konum ve gelen korsan saldırılarından korunmayı amaçlamışlar. Adadaki yapıların bir şeylerden korunmak için yapıldığını belli eden bir çok unsur var. İlerideki köylerde bu daha açık. Sanırım insanlar bu yüzden dip dibe yaşamışlar. Ama gerçekten dip dibe. Yani karşı komşu sanki sizin evin diğer odasından oturuyormuş gibi.

   Yemeğimizi de burada yiyoruz. Menüde anlayamadığımız bazı yemekler var. Mesela: İmamis Lipothymise yada Moussakas hatta Dolma. Yahu bu yemekler neye benziyor bize gösterecek misin diye grasona sorduk o da bizi işin mutfağına götürdü. Yemeklere baktık ama mutfakta bakkala benziyordu. Kötü yada pis bir durum yoktu ama kafalarımız hızla karışıyordu. Biz de hiç bilmediğimiz o yemeklerden seçimlerimizi yapıp masamıza geri döndük. Artık Yunanca konuşabiliyorduk. Türkçe'de olan bir şeyin sonuna, başına yada araya bir yerlere "s,z,k" harflerinden bir kombinasyon yapıp eklediğinizde derdinizi anlatabiliyorsunuz mesela: Ychaziki, yani Cacıki hatta Cacık. Yani Cacık! olur diyorum. Sonra yemeklerimiz geliyor. Servis yapan kişi yoğun olmasına rağmen çok iyi ve anlayışlı davranıyor. Yemeklerse harika. Bayılarak yiyoruz. İmama olduğu gibi.


Atlıyoruz motorlara. Hedefimiz Elinda'nın kumsalı. Haluk'un motorunda yakıt az görünüyor. Nereye kadar giderse deyip devam ediyoruz. Kaldığımız yerde gidip ben benzin alıp gelicem. Motorla gezmek keyifli. Çam ormanları arasında dolana dolan ilerliyoruz. Ormanın çoğu kısmında yangın izleri var. Korkunç bir manzaraya dönüşmüş. Gri ağaçlardan oluşan hayalet ormanlar. Yeşil Çam ormanlarıyla karışıyor. Güzel manzaralar eşliğinde Elinda's beach'e ulaşıyoruz. Beach ne kadar bize kumsal olarak çevrilse de burası kumsal değil. Taşlık...





Böyle yerlere gidip de deniz gözlüğünü evde bırakmak olmaz. Dalıp baktığınız da çeşit çeşit balıklar size poz veriyor. Deniz biraz soğuk, girdiğinizi hissettiriyor. Sanırım bunda, oraya akan tatlı suyun da etkisi var. Çok güzel bir görüntü oluşturmuş. 
















   



 Vessa

Yola devam ediyoruz. Aslında bu günlük gezimiz bitti dönüşe geçtik. Haluk'un motora benzin almak nihai amacımız bu sırada bulduğumuz güzel yerlerde de duruyoruz.















   Lithi'yi geçip Vessa'ya ulaşıyoruz. Burada oturmak için çok güzel taş bir binanın bahçesine rastlıyoruz. Yerel tatlara bakıyoruz. Biraz köyde yürüyoruz. Ama hala benzin almadık. Hatta benzinliği anlatamadık bile. Oil, gas, gas station, petrol, benzin vs. hepsini denedik. En son İngilizce bilen bir emmiyi sıkıştırdık. "Ne dimek agidiş bu benzinlik?" diye sorduk. "Benzina" diye kompleks bir cevap verdi. Vay be dedim kendi kendime bizi anlamamalarına hak verdim. Tabi ki vermedim. Yolumuzun üstünde varmış bir benzinlik ve devam ettik. Bu sırada yol kenarında minyatür kiliselere benzeyen yapılar vardı. Başından beri bunların mezar olduğunu düşünüyorduk. Gerçekten de öyleymiş. Her biri farklı farklı ve anladığımız kadarıyla ölen kişinin sevdiği şeyleri içlerine koymuşlar.











    Dönüş yolundayız, tabelaları takip ederek Sakız'a doğru ilerliyoruz. Kötü bir motoru gece sürmek de kötü bir şey. Köyler arası mesafeler de hatırı sayılır derecede. Kimse ağzını 20 km. den aşağı açmıyor. Dolayısıyla biraz zorluk çekiyoruz. Sakız'a vardığımızda artık yemek vakti. Türkçe konuşulan bir mekan buluyoruz. İşte tam olarak o çok iyi bildiğim garson baskısını burada yaşıyoruz. Nefret ediyorum bundan.

     Türkçe konuşuluyor diye giriyoruz ama garsonun tavrı bütün gezi boyunca adada gördüğümüz en kötü tavır.Hani bir mekana girersin ve mekanın senden beklediği "onu ver bunu ver masayı donat" müşterisi değilsindir ve garson seni aşağılar gibi tavırlar takınmaya başlar. Sen bir şey istersin o yanına şunu da vereyim der sen onu istemediğini söylediğinde nasıl istemezsin tavrı takınılır. Yani nasıl istemezsin de değil sen bunun yanına bunu istemiyorsan dünyanın en aşağılık insanısın tavrı. Konu yemek olunca bu tavır insanı gerer de gerer ve yanlış seçimler yaptırır. Güzel olması gereken akşam yemeği tabağı soru işaretleriyle süslenmiştir. Garsonun tavrı artık "yiyin ve gidin" olarak  bir üst seviyeye ulaşmıştır. Ona sorabileceğiniz bütün sorular artık küstahlığınızın göstergesi olacaktır. Siz burada zaten idareten yemek yiyorsunuzdur ve başka bir şey için  sınırları çok zorlamamalısınızdır. He siparişe yeni bir şeyler ekleyecekseniz havayı biraz yumuşatabilirsiniz. Tabi bunu yapmayacağınız ortadadır. Sonra hesabı istersiniz. Bahşiş bırakmayacağınızı zaten belli etmişsinizdir. Bir daha gelmemek üzere mekandan uzaklaşırsınız. Sattıkları da çiftlik çipurası ha! Yine de yemekler fena değildi.


Sakız ağaçları uzaktan böyle görünüyor








Yemekten sonra çok takılmadan aparta gittik. Yarın uzun bir gün bizi bekliyordu.





Sabah yine atlamışız motorlara merkez kilisesine doğru gidiyoruz tak benim motor durdu. Bir daha da çalışmadı. Yine aküyü bitirmeyelim diye ayakla çalıştırmaya özen gösteriyoruz. Otomatik çalıştırmayı kullanmıyoruz. Nerede olduğumuzdan da emin değiliz. Bir kilise var ama adı ne bilmiyoruz. Girip gezelim bari dedik belki gelince motor çalışır. Gittik gezdik, pederle görüştük falan motor yine çalışmıyor. Yardım istediğimiz bir adam motoru kiraladığımız yeri aradı. O da fırçaladı. Bir süre sonra kavruk dayı geldi yine. Bu sefer kendi durdu ve hiç bir şey yapmadık desek de o bir şekilde hatayı biz de buldu.Kendine özgü İngilizcesiyle motoru çalıştırırken çok gaz verdiğimizi ifade etti "gas gas gas you make problem" ya tamam dedik ben sorry ya napalım falan dedim. Adam cevabı yapıştırdı "you are sorry second time" yaranamadık. Bize başka bir motor verdi, yola devam ettik.






Yolda gördüğümüz sakız ağaçlarından birinin yanında durduk. Damlayan sakızlarından alıp biraz çiğnedik. Motorla bu bahçelerin yanından geçerken damla sakızı kokusunu alabiliyorduk. Şimdi daha yakından inceleme fırsatı bulmuştuk.




Pirgi

Pirgi'ye girdiğimizde bu enteresan desenli evler bizi karşılıyor ve aralarında kayboluyoruz...































Pirgi'den sonra bizi bekleyen köy:

Mesta

Mesta'daki yapılar korsan saldırılarına karşı özel olarak yapılmış. Köy sanki bir kale gibi. Aynı zamanda bir labirent. Kestirme geçişler var. Biz köy meydanını bulana kadar bayağı zorlandık.Hatta neredeyse öyle bir yer olmadığını düşünecektik. Zaten çok küçük bir meydanı var. Benim gördüğüm iki tane mekan vardı. Bunlardan birine oturduk ve yemek yedik. Yemekler yine çok güzeldi. Garson kendi limonatalarının olduğunu söyledi ama sanırım bizdekiyle aynı anlama (kendileri sıkmıyor) gelmiyor. Şişede getirdiği limonatalar daha çok fabrikasyona benziyordu. 































Gezmeyi planladığımız köyleri gezdikten sonra denize girmek için gideceğimiz koya karar veriyoruz. Ben volkanik taşlardan oluşan Mavra Volia koyunu teklif ediyorum ama Özge ve Haluk kumsal olan şehre yakın halk plajına gidelim diyorlar. O zaman önce benim dediğime bakalım beğenmezsek halk plajına gideriz diyorum. Tabi ki Mavra Volia'yı görünce denize girmek istiyorlar














Yemeğimizi bu manzaraya karşı yemeye karar veriyoruz.Kalan vaktimizde de şehirde gezeriz diyoruz. Burada da yemekler gayet güzel. Fiyatlar Euro olarak düşündüğümüzde gayet uygun. Hele yemeklerin kalitesini düşünürsek...





Sabun deneme reyonu :)









Ertesi gün vapura yetişmek için erken kalkıyoruz. He bi de motorların ne yapacağı belli olmuyor tabii. Sabah kalkıp yola çıkacağımız sırada Haluk'un motor yine çalışmıyor. Yapacak bir şey yok acelemiz var.Ben Özge'yi alıp basıyorum ardından Haluk'u almaya döneceğim. Yine de yetişmemiz zor gözüküyor. Ve diğer vapur ta akşama. İşler çok karışık. Üstelik motorculara ne diyeceğiz.Bu kaçıncı bozulma. Kavruk dayı bizi o kadar suçladı ki sanki bozuk olan motor değil biziz gibi hissediyorduk. Özge'yi aceleyle bırakıp geri dönmeye başladım.Tek başıma olduğum için hızım artmıştı ama altımdaki dandik motorun frenlerine de güvenemiyordum. Haluk'un da bozuk motorla onu alacağım yere kadar gelip gelmediğinden emin değildim. Her şey çok karışmıştı.Haluk'la sözleştiğimiz yere yaklaştığımda karşı şeritte Haluk'u gördüm, motoru çalışıyordu. Düşündüm.  Mucize gibi bir şeydi. Haluk oyunu bitirmişti.Bölüm sonu canavarını yenmiş, motoru çalıştırmayı başarmıştı.Demek ki o müzik çalmıştı. Dırın dırın dırıdırıdırıdın...

Bütün aksiliklere rağmen çok güzel bir gezi oldu. Adadan dönerken Alaçatı'yı da görelim dedik. Birden eve dönüp vurgun yemeyelim...

























Sakız'dan sonra Alaçatı biraz daha başkalarına hitap eden bir yermiş hissi uyandırdı bana. Şu hep aklıma gelen ama gerçekliğinden emin olamadığım, varlıklı insanların kendilerine ülkenin geri kalanından izole ama bir o kadar da ülkenin geri kalanının kültürüne ait bir yaşam hazırladıkları düşüncesi aklıma geldi. Burası bir köyken nasıl böyle bir yer haline gelmiş? Bu varlıklı insanların burada ne işi var? Neden diğer insanlar bu hayatları terk ederken yada buna zorunlu kalırken birileri parasını vererek bu hayatları tercih ediyor? Cevap basit aslında ama çok da umursamıyorum artık.Böyle şeyler için yeni bir cevabım var. Böyle, çünkü böyle.


   Video:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder