11 Ağustos 2018 Cumartesi

Bildiğimizi Sandığımız Ayvalık

Bilmediğimi bilmediğim şeyler, bildiğimi sandığım şeyler, yanlış bildiğim şeyler, bilemeyeceğim şeyler... Bilmiyor olmanın belki benim bilmediğim daha başka halleri de vardır, bilemiyorum. En son yaptığımız gezi bana bilmiyor olduğumu keşfetmenin ne kadar güzel olduğunu gösterdi. Hayatta her şeyi bildiğini ya da yeteri kadar bildiğini hissetmenin ne heyecanı olabilir ki? Bu, bilmiyor olmanın ezikliğini yaşamaktan daha korkunç bence. Bilmiyor olmak giderilebilir ama biliyor olmanın bir çözümü yok. Sanırım yazı burada kendi kendine o bilindik söze geldi: "Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır." Ya da "Cahillik mutluluktur." Bu sözler bana göre arızalı zaten ama konu bu olunca insan ister istemez hatırlıyor.

Gezi beni etkilediği için böyle bir giriş yaptım ama durum o kadar da karmaşık değil. Ayvalık'a gittik. Bildiğimizi düşündüğümüz bir yerdi ve bilmediğimiz bir çok şeyle karşılaştık. Bunlardan biri:

Küçükköy

Özge'nin Balıkesir'de gireceği sınavdan sonra, o kadar yolu gitmişken geri dönmeyip Evlilik yıl dönümümüzü de işin içine katıp Ayvalık'a doğru uzanalım dedik. Ama benim kafamda "Ya oraları gördük hep, başka bi yerlere mi gitsek" düşüncesi vardı. Yine de kısıtlı zamandan dolayı çok fazla alternatifimiz olmadığı için Cunda'nın gitmediğimiz yerlerine biraz baktım. Amacım sadece denize girecek bir yerler bulmaktı. Buldum da. Cunda'nın arka tarafındaki yerleri hiç görmediğimiz için hem denize gireriz hem de biraz gezmiş oluruz diye düşündüm. Geriye konaklama kalmıştı. Cunda aradığım fiyatlara göre pahalıydı. Ben de daha geniş bir çevreye baktım. Küçükköy'de taş bir bina hem fiyat uygun, hem de bizim sevdiğimiz tarzda. Başka hiç bir şeye bakmadan odayı aldık. Ben bu sırada Küçükköy'ü eski futbol hikayelerinden hatırlıyor, Ayvalık'ın bir mahallesi zannediyorum. Tuttuğumuz otel için de, beton evlerin arasında kalmış eski bir yapıdır herhalde diyorum.

Ayvalık'a girmeden devam ettik. Ben navigasyona uymak için elimden geleni yapıyorum. Böyle garip bir hastalık ortaya çıkabilir bence. Sanki gittiğim yol değil her zaman navigasyon haklıymış gibi geliyor. Tarlaya girsem yine de telefon ekranındaki mavi çizgiyi takip etmeliymişim gibi geliyor. Neyse, ana yoldan köy yoluna döndüğümüzde, dedim bulduk yine ara yolları. Bir yandan da sevindim buralarda bir köyün içinden geçmek güzel olabilir diye.

Köye iyice yaklaştıkça taş evleri fark ettik. Sonra neredeyse bütün köyün eski taş evlerden oluştuğunu gördük. Otele gittikten sonra buraya dönüp gezmek gerek diye düşünürken navigasyonda otele iyice yaklaştığımızı ve buranın Küçükköy olduğunu fark ettim. Hiç beklemediğim bir anda böyle bir şeyle karşılaşmış olmak beni bayağı şaşırttı. Şaşkın şaşkın otele doğru sürdüm arabayı. Ayvalık'a bu kadar gelip de burayı nasıl gözden kaçırdığımıza inanamıyordum.

Otele yerleştik. Beklediğimizden çok daha güzeldi. Ardından hemen denize. Badavut.


















Yanıma kitaplıktan rastgele aldığım kitabın bir şekilde Ayvalık'tan bize gelmiş olması da benim için şaşırtıcıydı. Deniz, göl ve etrafta çıkan deniz börülceleri de.



















































Denizden sonra kalan vakitte biraz Küçükköy'ü gezdik. Böyle bir yerin hale daha yaşanılan ve tamamen turizm odaklı olmayan bir yer olması bizi şaşırtmıştı. Çünkü burası kadar güzel olmayan bir çok yerin tamamen turizm odaklı işletildiğini görmüştük. Yemek için Ayvalık'da Tamam Meyhane'de yer ayırttığımız saate yetişmek için yola çıktık. Küçükköyün devamını ertesi sabah gezmek için orada bıraktık.











































Küçükköy tarihiyle de bizi etkilemeye devam ediyordu. Sokaklarında gezmekten büyük keyif aldık. Müzede okuduğumuz ve gördüğümüz şeylerle gezdiğimiz sokakları ve geçmişi ilişkilendirmeye çalıştık. Köye ilk geldiğimizde sandığımız şeylerle şimdi öğrendiğimiz şeyler arasındaki farkı görmek bizi küçültüyor ve rahatlıyordu. Bildiğini sanmanın aşağılığını bilmeye çalışmakla yenmeye çalışıyorduk...

Küçükköyden ayrılıp bildiğimizi sandığımız Ayvalık'a gittik. Oysa ki biz Ayvalık'ta yalnızca tost yemiş ve Cunda'ya gitmişiz. Bir de  bir zamanlar gittiğimiz Şeytan sofrası falan...

Ayvalık





























Ayvalık'ın eski sokaklarında gezmemiş olduğumuza inanamıyordum. Bir ara biraz ucundan görmüştük ama bu sefer her yerine girip çıktık. Yoldaki insanlarla, çocuklarla konuştuk. Yerlere yattık. İnsanların önerdiği yerlere baktık. Hiç hesapta olmayan Küçükköy ve Ayvalık'tan sonra asıl plan yaptığımız Cunda'nın eski Rum köylerine doğru yola çıktık.

Cunda Eski Rum Köyleri



















Eski Rum köylerinin olduğu bölgeyi gezerken bir yandan da denize girmeyi planlıyorduk. Yollar arabasını çok sevenlere uygun değil. Biz Ayışığı Manastırına ve son köye kadar gittik. Ayışığı Manastırı ziyaret günleri dışında kesinlikle kapalıymış. Son köy ise sanırım şahsa ait, giriş yok. İkinci köye döndük. Denize girenler vardı ama bizim pek hoşumuza gitmedi. Arabayı bıraktığımız yerde başka bir araba daha vardı ve camı açıp bize bir şey soracakmış gibi bir şeyler yapan bir bayan gördüm. Çok tanıdık gelmişti. Ama Özge buna inanmaz diye bir şey söylemedim. Sonra bir de baktım Didem hoca. 2009'da Siirt Baykan'da birlikte çalıştığımız öğretmen arkadaş... Şaşırmaya devam... O bize bir yer tavsiye etti. Onun da ailesi ile birlikte denize orada girdik. Sonra Cunda'da yemek. Daha önce fark etmediğimiz bir yer bulduk hemen girişte, incir altı bir yer. Garson daha önce Bandırma'da çalışmış... Bildiğini sanmak, bilmiyor olmak, şaşırmak ve mutlu olmak. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder