11 Temmuz 2015 Cumartesi

Bozcaada Parıltısı


     Yola çıkış saatimiz, güneşin doğuşu... Güneş saati en iyisi...




Çanakkale'yi geçtiğimizde manzarayı yine güneş belirliyordu. Bu sefer Ben Özge ve Haluk, Güneşin parlattığı güzel anlar için yola çıkmıştık. 

Bu rotada kahvaltı için Geyikli sahili güzel bir nokta olarak aklımda kaldı. Deniz havasını hissetmek ve Ada'ya hazırlanmak için ayarlanmış gibiydi. 





 Vapur'la Ada'ya yaklaştıkça ayrıntılar ve adanın şirinliği,denizin maviliği, nazar boncuğundaki şekiller ve anlamı birbirini tamamlıyordu. Tanıtım ve Fotoğraflardikinden çok daha güzel ve çok daha farklı hissetirdiğini düşündüm.

         
Ada'ya indiğimizde tasarladığımız tur ve doğçalama kısımları birbiriyle inanılmaz uyum sağlamış elele geziyorlardı. Eşyalarımızı kalacağımız yere bırakıp atlarımızı kiralamaya gitmeyi aklımızdan geçirirken  Haluk çoktan motor kiralayanlarla pazarlığa oturmuştu. Ticaret sektöründe çalışmasından  ve biraz da tiyatro yapıyor olmasından dolayı adamları en iyi ben bağlarım diye düşündü herhalde. Biz bu sırada tam bir memur zihniyetiyle, biri bize yardım etse de gideceğimiz yeri bulsak diye dşünüyorduk. Abarttım tabi. Ben kalacağımız yerin sahbini aradım, o bizi gelip aldı. Eşyalarımızı kalacağımız yere bıraktık. Sonra tekrar pazarlığı yapılmış motorların başına geldik.


Motorlara atladık o koy bu muydu bu koy o muydu hadi cnm bu koy muydu falan derken neler gördük neler. Ben Ada'nın bu kadar ağaçlık ve ağaçlık olmayan yerlerinin bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim. Bu yüzden motor sürerken kulağımda güzel  müzikler duyuyordum. Sonuçta üçümüz ortak bir motor kültürü oluşturmuştuk. Sanki Ada'da gezmenin yollarından birini kendimiz keşfetmiş gibiydik. Herkes motorla gezebilirdi ama bizimki bize özeldi.








Önce kaybolduk. Sonra yönleri bulduk. Bize anlatılan Ada ile o anda olduğumuz yeri ilişkilendirdik. İlk koya ulaşmıştık. Plaj denilen kavram için dünya burada gerekli bütün hammaedyi sağlamış ve sanki insanlar bunu gözden kaçırmış gibiydi. Çok yalnız ama çok güzeldi. Biz de bi patikadan indik zaten. Sonra şımardık.










Burada denize girdikten sonra daha önce nerelerde girdiğimizi sorguladık. Atlarımıza atladığımız gibi bir sonraki koya sürdük. Artık gideceğimiz yeri biliyorduk. Kafamızdaki haritaların güncellemesi tamamlanmıştı. Dönüp tekrar baktığımda koyu lacivertten turkuaza dönerek bana doğru gelen denizin kıyıya vuran dalgalarındaki parıltıyı gördüm. Bu Bozcaada parıltısıydı...


        Ada'nın en kalabalık ve en ticari koyuna geldiğimizde bize düşen fotoğraf çekip gitmekti. Çekip gittik. Zaten biraz önce denize girdiğimiz koy daha güzel gelmişti bize. Akvaryum koyuna doğru devam ettik.













       Karaya oturmuş gemi ve verdiği pozlar. Artık yüzmüyor bu sahilde mankenlik yapıyor. Terkedilmiş ve eskiden olduğu gibi olmayan   şeylere hep ilgi duymuşumdur. Unutulmuşlara...



Güzel koylar. Esen rüzgar. Haluk'u yakıcı güneş (bizi yakmadı) Ve heryerde gözüme çarpan parıltı. Özge'nin kaskında bile :)


Ardından Akvaryum koyu olduğunu bize düşündüren yere geldi.Sonra adını hakettiğini düşündük. Biraz kalabalıktı ama boş bir akvaryum beklemek de saçma olurdu. Daldık, yüzdük evet akvaryum gibiydi. İlk defa denizin içinde gördüğüm balıklar vardı. Çipuralar yanağını uzatıyordu. Su buz gibiydi, durma yüz diyordu. Haluk Levent geldi aklıma. "Ne duruyorsun be at kendini denize"






Hava iyice ısınmıştı. Koy gezilerini bitirdiğimize göre biraz merkezde vakit geçirelim akşam da güneşin batışı tarzı aktivitelere katılırız diye düşündük. Attık kendimizi merkeze,dar sokaklara, pastanelere, sanat galerilerine...

























   Biraz dinlendikten ve akşamı yaptıktan sonra Göztepe denilen, Ada'nın en yüksek yerine tırmanmaya karar verdik. Buradan heryer gözüküyordu. O gün görmek isteyebileceğimiz her yer...







Güneş batıya geçmişti.Sanki denizi yakacaktı. Deniz öyle parlıyordu ki sanki parıltının kaynağı ordaydı. Oradan fışkırıp bütün adaya dağılıyor tenimize çarpıyor gözümüzü alıyordu.


     Bize düşen hızlıca batıya doğru sürüp (Haluk çok hızlı sürünce bize düşen Haluk oldu malesef :) Güneşin denizi delip geçmesini izlemekti. Ada için bu klasik bir ritüeldi.





Ada'ya gelip de bu filmi kaçırmak olmazdı. Güneş heryerde doğar ve batar ama anlamı farklı olur. O gün sanki izlememiz gereken bir tiyatro, bir gösteri gibiydi. Güzel bir gösteri oldu. 


Gösteri çıkışı kalabalıklar içinden sıyrılarak kaldığımız yere ulaştık. Üstümüzü değiştirip
geceyi merkezde aramaya koyulduk. Gece sakin ama biraz nazlıydı. Yemek için bizi bayağı düşündürdü.















Ada akşamları tam sevdiğim gibiydi. Esnaf çok ısrarcı değil. Gezdiğimiz yerler turizme adanmış gibi değil de gündelik hayat devam ediyormuş gibi rahatlatıcı. Girip kahveye oturasım geldi. Böyle yerleri seviyorum.Sırf biz ve bizim gibiler gelecek diye hayatlarını değiştiren yerlerden hoşlanmıyorum. Yaylaya gidip inek görememek gibi bir şey. Yada kayıksız bir deniz sırf yat olmuş. Oralarda artık yaşanmıyor bence daha önce yaşanmış bir şeyler satılıyor...

Ertesi gün öğlene kadar gezilecek ne varsa gezmeye çalıştık. 


















                                                                 















Daha önceden düşünmediğimiz Ayazma geldi aklımıza ve ilk vapurla adadan ayrıldık. Buz gibi bir suya daha girmek için dönüş yolumuzu biraz değiştirip güzelleştirdik. Daha önce Kaz Dağları yürüyüşümüzde mucizevi bir şekilde karşımıza çıkan bu havuzu Özge ve Haluk'un da görmesi benim için farklı şeyler hissettirdi. Tabi daha önce orada Hakan ve Emre'yle yaşadıklarımızı düşünüp gülümsemek, şaşırmak beni benden alıyordu...



















Yeni bir mutluluğumuz vardı artık:Bozcaada parıltısı... Ayazma'dan sonra dönüşe geçtik. Ormanların,meyve bahçelerinin, dağların, yağmurların,karıştırdığımız yolların arasından geçerken, sanki son cümlesi yazılan bir hikayenin ardından gelen üç noktasını ekliyorduk... Tekrar gezmek dileğiyle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder