4 Mart 2014 Salı

Tatlısu-Manastır Yolunda Birinci Maki Savaşları

            Küçük gezilerimize bir yenisini eklemek için Tatlısu-Manastır rotasını yürümeye karar verdik. Ben Mert ve Emre. Ne zamandır yürümediğimiz için hava tahmin raporlarını ciddiye alamadık. Raporlar yağmur ve çisenti gösteriyordu ama ben yağmur yağmadan nedense yağacağına ve ıslatacağına bir türlü inanamıyordum...

        Falan filan (felan diyenler de var ama yanlış herhalde altında kırmızı çizgi çıktı şimdi yazınca) derken Tatlısu'ya attık kendimizi. Küçük iki çantamız biraz yiyecek ve vazgeçilmez uscuk. Yanlarında birer su şişesi. Yola çıktık. Hava bulutlu ama sıcaktı. Bir süre sonra terlemeye başladık.







Tatlısu'ya gelen dereyi oluşturun kollar ayrılmaya başlamıştı Yolumuz patikaya dönüşürken bir yandan da suyu azalmış şelaleleri izliyorduk. 










Yürürken keşfetmeye devam ediyorduk birden enteresan kiremit bir boru bulduk. Tabi hiçbir fikrimiz yok kiremit borular ne zaman nerede ne için kullanılmış bulduğumuz yere geri bıraktık...



İşte her şey bu fotoğraftan sonra başladı.Tamamen benim hatam ve umursamazlığım sonucu olan bir şey. Aslında hepsi yolumuzun daha ormanlık ve tenha yerlerden gitmesini istememden dolayı oldu. Haritada, patika bir yerden sonra bitiyor yaklaşık 300-400 mt. kadar orman yoluna mesafe kalıyordu.Ben bütün iyi niyetimle bu mesafenin bir şekilde bize bir patika sağlayacağını umuyordum. Ama patika net bir şekilde bitti. Hani oraya bir tabela koysalar "yol bitti" diye bu kadar net olmazdı. Bundan sonra kendini çeşitli alanlarda geliştirmiş maki askerleri bizi karşıladı. Onlar bizi, biz de onları süzüyorduk. Bizim tek silahımız ellerimiz ve ayaklarımızdı. Oysa ki makiler tam bir savunma makinesi olarak kendilerini geliştirmişlerdi. Dikenli böğürtlenlerin desteğiyle karşımızda duvar gibi duruyorlardı. Bayırın aşağısında olduğumuz için ilerisini dallardan ve yapraklardan göremiyorduk. Aşağı eğildiğimizde ise karanlık, ıslak ve kafamızdan çok büyük olmayan delikler dışında bir yol görünmüyordu. Aslında herhangi bir mantıklı geçiş yoktu  ama dönecek de değildik.  Daldık makilerin içine. Ben fizik olarak daha küçük olduğum için öne geçtim. Dikenliler kollarımdan ve belimden sarıldılar. Bir yandan dallar ve yapraklar yüzüme vuruyorlardı kavga çok umutsuz başlamıştı. Kimi dalların üstüne basarak geçtik. Çatırtılar kopuyor, dallar sallanıyor. Kimi zaman yere yatıp süründük toprağa tutunduk. Yerler ıslak ve kaygan toprak da yeterince güvenilir değil.Burada herkes makiler için çalışıyor. Kafamı uzattığım deliğin arkası yine dal yine budak. Umutsuzluk boyumu aşıyor. Terliyor muyum yoksa ıslandım mı? Bilemiyorum. Nem çok ağır. Bir boşluk yakalayıp birleşiyoruz Mert ve Emre'yle. Dönemeyiz ama gidemiyoruz da. Mert konuşmuyor bir an önce gidelim der gibi. Emre yorulmuş kimlerle savaştığımıza inanamıyor gibi. Ben ise umut arıyorum yerlerde ve gökyüzünde ama bulamıyorum.Ağzımdan verdiğim nefes o kadar büyük bir buhar görüntüsü çıkarıyor ki acaba başka bir havanın içinde miyiz diye düşünüyorum. Havaya mı girdik yoksa? Saçmalıyorum bir yol bulmalıyız orman yolundan çok uzak değiliz. Tekrar dalıyoruz makilere. Emre'ye yakın gelen Mert aldığı diken saldırısında dudağını kanatıyor. Burada sakatlanırsak işler olduğundan çok daha kötüye gidecek. Bir süre sonra Emre de yüzüne bir darbe alıp gözünden yaralanıyor. Ben sürünüyorum makiler çantama asılıyor kurtuldum derken yeni bir tanesi çıkıp kollarını kaldırıyor üstten geçiş yok yanlar kapalı aşağısı karanlık düşünecek vakit yok, vücudumu bırakıyorum üstlerine ağırlığım biraz yol açsa da yetmiyor kollarımla adeta yüzer gibi makilerin üstünden kendimi çekiyorum ayaklarım yerden kesiliyor. Geniş bir açıklık buluyoruz ve biraz duruyoruz. Çok az bir yolumuz kaldığını düşünüyoruz. Haydi son defa deyip tekrar dalıyoruz. Tokatlar, tekmeler, itiş-kakış; yağmur ve çamur sonunda yola çıkıyoruz... Ne mücadele ama sonunda kazanıyor. Ama makiler kaybetmiyor. Kaybetmelerini de istemiyoruz. Çünkü bu kavgayı başlatan biziz. Ama herkes bizim gibi kavga etmiyor ve maalesef makiler kaybediyor diğer bütün orman askerleri gibi.

Orman yoluna çıktığımız da yağmuru daha iyi hissediyoruz. Emre geri dönmeyi teklif ediyor ne kadar üzücü olsa da bu yağmurda yürümek bizim için bir çok olumsuzluk getirecek. Daha önce kullanmadığımız orman yolundan tekrar Tatlısu'ya doğru sallanıyoruz. Bu sırada yağmur yağdığı için fotoğraf  çekemiyoruz biz de yeterince ıslağız. Aşağı doğru inerken aslında bu tercih etmediğimiz yolun da ne kadar güzel olduğunu fark ediyoruz. Çeşmeler ve otlar güzel görüntüler. Çiçekler, insanların yaptığı ağaçlandırmalar. Tatlısu'ya kadar eğlenerek ve ıslanarak iniyoruz. Tatlısu'da Emre bize rehberlik edip köy içinde mimoza çiçeği olan ağacı gösteriyor. Keçilere bakıyoruz. Ve güzel evlerin önünde poz veriyoruz. En kısa zaman da rotayı tamamlamak için sözleşiyoruz. Tabi Makilerle savaşmadan.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder