9 Ağustos 2014 Cumartesi

Sislerin Ardındaki Rüya: Göl Evi




   Hayat, biz onu ne kadar kontrol etmeye çalışsak da sayısız değişkenin etkileşime girmesiyle, sürekli bizleri şaşırtmaya ve sürprizler oluşturmaya devam etmekte.Şuan  tam da böyle bir gezinin notlarını yazmaktayım.

    Yine kuş uçuşu 80-90 km arası bir rota çizdim. Yani bu kuşların uçuşuyla bizim yürüyüşümüzün de hiç bir alakası olmamasına rağmen ısrarla kuş uçuşu çiziyorum rotaları. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra çıktık yola. Bu sefer 4 kişiyiz. Ben, Emre, Hakan, Samet. Tatlı bir yolculuktan sonra gece 12  gibi yola başlayacağımız noktaya vardık.Sakarya- Akyazı- Şerefiye Köyü. Buradan başlayan yolculuk yaylalar üzerinden devam edecekti. İlk gün konaklayacağımız yer Kerem Ali Yaylası yada Göl Yayla.
Samet ve ben arabada, Emre ve Hakan ise çadırda gecelemeyi tercih etti. (burada güzel anlatım bozukluğu var)

Sabah olduğunda arabayı bırakacak bir yer bulmalıydık. Yola başlayacağımız yerde bir alabalık çiftliği vardı. Oradaki bekçi dayılar bize çok yardımcı oldular. Ben bile arabamı onlar kadar düşünmemiştim o zamana kadar. Bir sürü felaket ihtimalini gözden geçirdikten sonra arabayı garajlarında saklamanın en iyisi olacağına karar verdiler. Biz de emaneti onlara bıraktık ve yola çıktık. Havanın sağanak yağışlı geçeceğini öğrenmiştik. Ve bulutlarda bu konuda hemfikirdi. Dağın içine yürüdükçe sis de bizi bilinmeze doğru sürüklüyordu. Hava nemli, karanlık, kasvetli ve çok sıcaktı...











Buraya kadar bir kaç fotoğraf çekme fırsatım olmuştu ancak uzun süren tırmanış, çileyen yağmur ve üzerimdeki dayanılmaz ter fotoğraf makinemi riske sokuyordu. Yağmur için kendimize göre önlemler almıştık ama üzerimdeki ter yağmuru aratmadı. Yol tabi ki de tahmin ettiğimden çok daha uzundu. Kimi yollarsa kapanmış, orman tarafından ele geçirilmişti. Böyle hayalet bir yol yüzünden 1 saate yakın vakit kaybettik. Ardından doğrulttuğumuz yol ise artık  yol değil yalnızca otların ve genç ağaçların oyun alanıydı. Tabi oluşmuş çamur tablolarda gördüğümüz ayı izleri bizleri tedirgin etmedi değil. Boyumuz uzunluğundaki otlar arasında yürürken onların ıslaklığıyla tropik orman gezisini bir nebze de olsa tatmış olduk. Ama yolun büyük bir kısmını da yürüdüğümüzü düşünüyorduk. Yaylanın hemen altındaydık. Yani elimizdeki veriler bize bunu gösteriyordu. Tam da yaylaya çıkan yolu bulduğumuzu düşünürken karşımıza ilk insanlar çıktı. Bunlar gerçekten de selam sabah almayan, köpeklerinin bize saldırma konusundaki ısrarlarına gayet hoş bir tavırla yaklaşan insanlar. Onlar yüzünden yolumuzu değiştirdik ve Kerem Ali yaylasına 5-6 km uzaklıktaki göle doğru yola koyulduk. Bundan sonra bize kötü davranan kimse olmadı. Bilakis gördüğümüz hemen hemen herkes biz de çok güzel izler bıraktı. Yavaş yavaş muhteşem güzellikteki yayla evleriyle karşılaşmaya başladık...















Göle doğru yaklaştığımızı, konuştuğumuz insanlardan öğreniyorduk. Uzun,nemli ve tırmanışla geçen yolculuk bizi ilk günden çok yormuştu. İlk günler hep biraz zor olurdu ama bu sefer ki gayet ciddiydi. Yolda insanlara gittiğimiz yerdeki ortamın nasıl olduğunu, ateş yakıp yakamayacağımızı, çadır kurma işlerini falan sorduk. Onlar bize gayet olumlu cevaplar verdi. Hatta son karşılaştığımız evdeki insanlar orada terk edilmiş bir ev olduğunu ve orada kalabileceğimizi söylediler. Ben bunu çok ciddiye almamıştım. Yani  ev dedikleri yerin sadece üstü kapalı ahşap bir baraka olabileceğini düşündüm. Zira biz daha önceden gördüğümüz çoban çadırlarına aşinaydık. Brandayla kapatılmış sezonluk yapılar. Yola devam ettiğimiz de bize doğru koşturan köpekler için yanımıza aldığımız köpek savar cihazını denedik. Sanki işe yaradı. Köpekler sürekli topralanıp "hadi lan bidaha, olmadı yavrum bi daha" diyerek arkamızdan koşarak geliyor ama her seferinde geri dönüyorlardı. Biz yola devam ettik, göle az kalmıştı...










Göle ilk yaklaştığımızda Hakan'ın "burası bataklık moruk" demesiyle bari çeşme bulsak diye geçirmiştim içimden.Ama ilerleyip görüntü netleştikçe güzelliklerde doğru orantılı artmaya başladı.Geldiğimiz yerin ilk görüntüsü bana sanki özel bir parktaymışız hissi uyandırdı. Çimlenmiş zemin, yüksek yaşlı ağaçlar, aradan akan küçük şirin bir dere ve her biri farklı bir his uyandıran minik yayla yapıları. Biz hemen yorgunluğumuzu atacak bir yere yayıldık ve gezinin seyri buradan sonra bambaşka bir hal aldı. Emre terk edilmiş eve gidip bakmayı teklif etti. Ben çok yorgun ve köpek tehlikesi olduğundan pek yanaşmadım. Ev bizim durduğumuz yerin tam karşısında gölün diğer tarafındaydı. Ne kadar yakın görünse de yürümek pek sempatik durmuyordu. Emre orada bizimle selamlaşan ve motoru olan gençlerden yardım istedi ve eve gitti.İçimizde küçük umut fasulyeleri pamukların arasında filizlenmeye başladı. Bir yandan da böyle güzel bir yeri ertesi gün bırakıp gitmenin mantığını sorgulamaya başladım. Hakan ve Samet'e de sorgularlarsa diye uzattım. Onlar da sorguladılar. Sonra Emre'yi beklemeye koyulduk. Ona da sorgulayacak kadar bişeyeler bıraktık...



Emre geri geldi. Gerekli görüşmeleri yaptı. Ev beklediğimizin çok üzerindeydi. Beklemediklerimizin bile üzerindeydi. Emre anlattıkça biz seviniyorduk. Maşınga dedi.Odun dedi.Yatak dedi.  Biz de Emre'ye en azından yarın da burada kalmayı gölü içimize sindirmeye karar vermeye çalıştığımızı söyledik. O da hafif yüklenince karar verdik. Eşyalarımızı alıp geçtik gölün karşısına. Ev her zaman hayalini kurduğumuz ah keşke dediğimiz her türlü imkanı bize yaşatıyordu. Bir ev hem yayla evi olup, hem göle bakıp, hem de sırtını ormana veriyorsa başka hiç birşey yapmasına gerek yok bence.














Eve ilk girdiğim andan itibaren gideceğimiz yolun diğer kısmı benim için artık bitmişti. Böyle bir imkanı bir daha para versem bulamayacağımdan emindim. Artık burada kalan günlerimizi yanımızdaki erzağı tüketerek, gölde balık tutarak, ormanda keşif yaparak, çok sevdiğim orman çileklerinden toplayarak, Kerem Ali zirvesine çıkarak, geceleri yıldızları izleyip ateş yakarak, maşınganın çıtırtı sesleri arasında uyuyarak, yayladaki insanlarla tanışarak geçirebilirdik. Bu da bana fazlasıyla yeterdi. Üstüne tereyağ, peynir ve eşmik...






Akşam üstü oluşan sis oyunları büyüleyiciydi. Sis aniden göle çöküyor sonra birden yükseliyordu.Bütün bu olup bitenleri izlemek için uzun süre beklemenize gerek yoktu. Sürekli farklı bir etmen manzarayı değiştiriyordu. Kimi zaman yağmur, kimi zaman sis. Bazen de güneş ve rüzgar... 

Bize en yakın yerde Cavit abi vardı. Kendisi minübüsü eve çevirmiş yazlarını burada geçiriyormuş. Bize çok yardımı dokundu. Birince gece getirdiği menemen ve kavun bizi mest etti. Akşam onun bahçesinde çay içtik ve köyden getirdiği yerli mısırlardan yedik.İnsan böyle ortamları ve insanları yakalayınca geçmişinde hissedebildiği bütün olumlu hisleri toplayıp hepsini aynı anda tekrar hissediyor sanki.  Ertesi gün bizi güzel bir hava ve balık avı bekliyordu...




































Ertesi gün kahvaltılık bir şeyler bulmak için gölün karşısına, evlerin olduğu tarafa geçtik. Bu sayede yaylada oturanlarla da tanışma fırsatımız oldu. Hepsi çok iyi insanlardı. Doğayla uyumlu yaşamı belki de son örnekleri ve ormanlarda koşuşturup çilek toplayan çocuklar.Bize tereyağ ve peynir verdiler. Teklif ettiğimiz parayı da almadılar...
Kahvaltıdan sonra, yaptığımız ilkel oltalarla balık yakalamaya başladık. Hakan ağacın üstündeki çardakvari yapının üstüne çıktı..Balık tutmaktan yorulunca ben ormanda biraz gezmek için yola koyuldum. Aslında gölün etrafını döndüğünüzde ve biraz içerilere girdiğinizde orman gezisi yapmış oluyorsunuz zaten. Bir sürü çilek topladım, fotoğraf çektim, yolun sonunda çocuklarla oynadım... Emre'de oradaydı karşılaştık ve eve doğru devam ettik.































Güneşin batışında, ahşap masada yenilen yemek çok güzeldi. Ama Emre tam yemek hazırlanırken karşıya bakkala gitti ve orada işinin uzamasından dolayı yemeği biraz kaçırdı. Alışveriş mağazalarında bilmemne concept adında burada kullandığımız eşyaları yüksek fiyatlara satıyorlar. Oysaki alış-veriş anlayışımız değişene kadar bunların kötü, ilkel olduğu anlayışı kakalandı bize. Kimse bunları kullanmak istemez en yeni çıkan "uzay mobilyaları" ndan almak ister. Oysa o ahşap masa sana binlerce yıl hizmet etti. Genetiğine işlendi. Şimdi tekrar değerini anlıyorsun, üzerindeki girinti ve çıkıntıların kusur değil yaşanmışlık olduğunu ama artık onu yapacak yeteneğin yok. Binlerce yıl geriye gittin. Masa bile yapamıyorsun ama elindeki yeşil kağıtların bunu alabilmek için biraz daha fazla olmasını diliyorsun...

Biz gezintideyken Cavit abi ve Hakan göle ağ atmışlar. Cavit abinin büyük ihtimal kendi yaptığı botla. Sabah 10'da ağı toplamak için kalktık. Hakan ve Emre ağı topladı. Hava yine çok güzeldi. Manzara sanki bir yağlı boya resmiydi ve biz içerisinde oynayıp duruyorduk...


















Balıkları topladık. Evin önünde akan soğuk suyun önünde koyduğumuz kovanın içine bıraktık. Balıklar bu suda canlı kalabiliyordu. Herkes dağdan gelen bu soğuk suyu kullanıyordu. Borularla evlerine çekmişler. İçilebiliyordu da. Pardon! Çok güzel içiliyordu.

Kerem Ali zirvesine çıkma konusunu tartışmaya açtık. Aslında bi çok şey tartışıldı. Acaba yola devam mı etmeliydik. Rota biter miydi? Kesinlikle bitmezdi. Ben orada olmaktan çok memnundum. Aslında aradığım yürüyüşler bunlardı. Çok yük taşımadan, Kimi zaman yere yatıp çilek koparmak, kimi zaman ağaçların arasına girip küçük canlılara yakından bakmak. Bir ağacın göğsüne yerleşmiş mantar ailesini ve orada sürdüğü yaşamı gidip görmeden sadece haldır haldır yürümeyi çok da doğru bulmuyordum ama şartlarımız da buna göreydi. Orman her zaman ayrıntılarla doluydu ve güzellikler bu ayrıntıların içindeydi hep. Hiç görmediğimiz kadar göknar gördük.Hiç yemediğimiz kadar dağ çileği yedik ve şimdi zirve yolundaydık.



































Zirvede bize uçma hissini yaşatan kaya ve üzerinden izlediğimiz bulut oyunları... 

Dönüş, akşam yemeği, ateş ve yıldızlar. Herkesin burada kalmakla ilgili fikirleri aynıydı ama eve geri döndüğümüzde de zaman sıkıntısı yaşamamak ertesi gün inişe geçmeye karar verdik...





















Ertesi gün yaylada oturanların bildiği asıl yoldan aşağı inmeye karar verdik. Bizim geldiğimiz yol ineceğimiz yolun  neredeyse 3 katıydı. Hava yine sisli ve kasvetliydi ama bizi bu sefer üzmüyor tam tersine yaşadıklarımız hoşumuza gidiyordu. Kimi zaman sis o kadar hızlı ve yoğun oluyordu ki sanki su soluyorduk. İniş yolu beklediğimizden güzel geçti. 

Yol biterken hissettiğim her şey ve bu kadar talihli oluşumuz peşinden koştuğumuz şeylerin de sanki bize göz kırptığını hissettirdi. Yoksa bu kadar güzel şeyi yaşamak için plan yapsak kesinlikle tutmazdı. Yıldızların altında ateş başında geçirdiğimiz geceleri ve muhteşem göl manzarası kenarında az da olsa tattığımız yayla hayatını hiç bir zaman unutulmayacak bir hatıra olarak geçmişimize yazdık. Burada yaşayan ve bize yardım eden insanlara ve o güzel evin sahipleri hakkında bir şey yazmak düşmez. Onlar zaten insanlık dediğimiz olgudan en yüksek payı alanlardan...
Gezi bu şekilde biterken yolumuz üzerinde Uzuntarla vardı. O çok uzun bir hikaye. Yine insanlıktan payın en yükseğini alan insanlarla alakalı. Ben sadece orada muhteşem  bir akşam yemeği yediğimizi yazacağım şimdilik. Hani şu reklamlardaki gibi bahçede, uzun bir masa ve gülümseyen insanlar... 







Haminnem: Ninem




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder